top of page

İnsan Neden İşlemediği Suçu Üstlenir?

Sahte İtirafların Psikolojisi


Bir insan işlemediği bir suç için ikrarda bulunur mu? Psikoloji bu durumu nasıl açıklar? Birinin bir suçu işlemediği halde, suçu işlediği yönde itirafta bulunması ilk duyulduğunda pek akla yatkın gelmeyebilir. Fakat, masum olduğu halde suçu ikrar tarihten bu zamana kadar defalarca görülmüş bir durumdur. 1989’da New York Central Park’ta bir kadın koşucu darp ve tecavüze uğrayıp, orada ölüme terk ediliyor fakat hayat mücadelesinde başarılı olan kadın olaya dair hiçbir şey hatırlamıyor. 72 saat içinde 14-15 yaşlarında beş genç bu suçu işlediklerine dair itirafta bulunuyorlar. Sadece verdikleri, bazı ufak uyuşmazlıklar olmasına rağmen hepsinin fazlasıyla detaylı ve net olduğu sözlü ifadelere dayanılarak hapis cezasına çarptırılıyorlar. Sözlü itirafları hariç herhangi başka bir delil olmamasına rağmen, koşucunun üzerinden toplanan DNA örnekleri gençlerinki ile uyuşmadığı halde, neredeyse kimse onların suçluluklarını sorgulamadı. 13 yıl sonra iki tecavüz ve bir cinayet suçundan hapiste olan Matias Reyes koşucuya kendisinin saldırdığını ve bunu tek başına yaptığını itiraf ediyor. Dava yeniden açılıyor ve koşucunun üzerindeki DNA örneğinin Matias Reyes’e ait olduğu kanıtlanıyor. Kassin ve Gudjonsson’un (2004) tanımına göre, sahte itiraf, işlenmeyen herhangi bir suç hakkında detaylı bir ikrarda bulunmaktır. Tarihte var olan sahte itiraf vakalarını sosyal psikoloji teorileri bağlamında inceleyerek, Kassin ve Wrightsman (1985) üç çeşit sahte itiraf türü ortaya koydu; gönüllü sahte itiraf, baskı altında itaat edilerek yapılan sahte itiraf ve baskı altında içselleştirilmiş sahte itiraf. Gönüllü Sahte İtiraflar Bazı durumlarda suçsuz insanlar, polis tarafından pek bir baskı olmadığı halde, suç hakkında itirafta bulunabiliyorlar; 1980’lerde Henry Lee Lucas’ın çözülmemiş yüzlerce cinayet için sahte itirafta bulunması gibi. Bunların muhtemel sebepleri; şöhrete karşı patolojik bir istek, önceden işlenmiş olan bir suç hakkında hissedilen suçluluğu gidermek için duyulan bilinçli ya da bilinçsiz kendini cezalandırma ihtiyacı, gerçek ile hayali birbirinden ayıramamaya sebep olacak bir zihinsel bozukluk veya gerçek suçluyu korumaya çalışmak olarak Kassin ve Gudjonsson (2004) tarafından belirtiliyor.

İtaat Üzerine Yapılan Sahte İtiraflar

Bu tür itiraflar, gönüllü itirafların aksine, kişinin polis sorgusu sırasında işlemediği bir suçu itiraf etmesi için telkin edilmesi sonucunda yapılan itiraflardır. Bu vakalarda kişi caydırıcı bir durumdan kurtulma, açıkça belirtilmiş ya da ima edilmiş bir tehditten kaçınma veya söz

verilmiş ya da ima edilmiş bir mükafatı kazanmak için itirafa razı olur. Bu tip itiraflar, şüphelinin itirafın getirdiği kısa süreli menfaatin, inkar ile gelecek uzun süreli zarara ağır basacağına inanarak itaatte bulunmasıdır. Bu şekilde yapılan sahte itiraf örneği Central Park Koşucusu vakasında da görülmüştür. Suçu itiraf eden gençlerden birisi tutuklandıktan hemen sonra itirafını geri çekmiş ve itirafta bulunursa eve gitmesine izin verileceği yönünde bir beklentisi olduğu için itirafta bulunduğunu söylemiştir. Başka vakaların incelenmesi sonucunda Gudjonsson, bazı belirli teşviklerin bu tip sahte itirafı yapmada etkili olduğunu görmüştür. Bunlar uyumaya, yemek yemeye, telefon görüşmesi yapmaya veya eve gitmeye izin verme teşvikleridir. Polis sorgusunu sonlandırmak ve daha fazla kapalı kalma durumundan kaçınma isteği özellikle gençler ve polis merkezinde hapsolma fobisi olan kişiler için baskılayıcı olabilir.

İçselleştirilmiş Sahte İtiraflar

İçselleştirilmiş sahte itiraflarda, masum fakat savunmasız olan şüpheliler telkin edici ve akıl çelici sorgulama tekniklerinden etkilenerek, sadece suçu kabul etmez, aynı zamanda suçu kendilerinin işlediğine inanırlar. Bazen kişilerin bu sırada konfabülasyon (kişinin kendisi ya da başkaları ile ilgili sahte anılar üretmesi) ile sahte anılar ürettiği de görülmüştür. Gudjonsson and MacKeith (1982) bu tip sahte itirafların “bellek güvensizlik sendromu” dolayısıyla ortaya çıktığını öne sürmüştür. Bellek güvensizlik sendromu, kişinin kendi hafızasına duyduğu derin ve şiddetli güvensizlik sonucunda dışarıdan gelen ima ve telkinlerin etkisi karşısında savunmasız olması durumudur. Kassin bu polis sorgusu etkisini bazı psikoterapi seanslarında yaşanan, danışanın sahte anı oluşturmasına benzetmiştir. İki durumda da, bir otorite figürü, kişinin geçmişine dair ayrıcalıklı bir içgörüye sahip olduğunu iddia eder, kişi aşırı derecede telkine açık bir durumdadır, uzman ve birey arasında geçen tüm etkileşimler özel ve sosyal olarak izole bir ortamda, dış dünyadaki gerçeklik işaretlerinden uzak bir şekilde gerçekleşir ve uzman psikolojik baskı ve gerçeklikten kopma gibi kavramlara başvurarak kişiyi kendisi hakkında olumsuz ve acı veren bir görüşü kabul etmeye ikna eder. Bu durumu işaret eden birçok vaka vardır. Onlardan biri ise 18 yaşındaki Peter Reilly’nin vakasıdır. Reilly annesinin öldürüldüğünü gördüğü anda polisi aramış fakat annesinin ölümünden şüpheli kişi olarak polis tarafından alınmıştır. Reilly’nin güvenini kazanan polis, öyle bir durum olmamasına rağmen, ona yalan makinesi testinde başarısız olduğunu, Reilly’nin annesini öldürdüğüne dair hiçbir anısı olmamasına rağmen, testin onun suçlu olduğuna işaret ettiğini söylemiştir. Reilly son derece kararlı bir inkardan, kafa karışıklığı ve kendinden şüpheye (“Gerçekten ben yapmışım gibi görünüyor”), en sonunda da suça itirafa

kadar gitmiştir (“Annemin boğazını model uçaklar için kullandığım ustura ile bir kere kestiğimi hatırlıyorum”). İki yıl sonra, Reilly’nin cinayeti işlemiş olamayacağına dair bağımsız deliller bulunmuştur ve Reilly’nin işlediğine inandığı suçun itirafının sahte olduğu ortaya çıkmıştır.

Bir Karar Verme Çıkmazı Olarak İtiraflar

İnsanların neden polise itirafta bulunduğu konusunda, insanların karar verme davranışı üzerine yapılan çalışmalarda, kişilerin baskı altındayken kendi iyilik durumunu olabildiğince arttıracak kararlar verdiği görülmüştür. Buna ek olarak, insanların karar vermede genellikle dürtüsel olduğu, uzun süreli sonuçlar yerine o anda elde edeceği sonuçları tercih ettiği görülmüştür. Bu bağlamda bakıldığında, psikolojik sorgulama yaklaşımlarında görülen, itirafla bağdaştırılmış düşük stres (itiraf edersen anlık bir ödül, rahatlama edineceksin), inkar ile bağdaştırılmış yüksek stres (inkar edersen bulunduğun bu kötü durum devam edecek) etkileri daha net bir şekilde görülebiliyor. Polis sorgusu sırasında ileri görüşlü olmayan kararlar verilmesini daha da şiddetlendiren bazı faktörler; sorgunun uzunluğu, sorgulanan kişinin uyku yoksunluğu çekmesi ve sorgunun insanın uyanıklık durumunun en aşağıda olduğu zamanlarda yapılmasıdır. En başta aktif bir şekilde itirafı reddeden kişiler bile, gittikçe yorulmaya başlayıp direnme azmini kaybedecektir. Nitekim, tipik bir sorgulama 1-2 saat arasında sürerken, sorgu süresinin tutulduğu, kanıtlanmış olan sahte itiraf vakalarında, bu sorguların %34’ünün 6-12 saat, %39’unun 12-24 saat arası sürdüğü görülmüştür.

Sorgulama Tekniklerinin Analizi

Sahte Delil Etkisi Kassin ve Kiechel sahte delil etkisini ölçmek için “ALT tuşu deneyi” olarak bilinen deneyi gerçekleştiriyorlar. Bu deneyde deneyci, katılımcıları dikkatsizlik sonucu, belirgin bir şekilde basmamalarını söylediği ALT tuşuna bastıkları için bilgisayarın sabit sürücüsünün çökmesiyle suçluyor. Katılımcıların masumiyeti ve inkarlarına rağmen, kendilerinden yazılı bir itiraf isteniyor. Bu deneyin amacı, polislerin delillere dair yalanlarının, masum birinin sahte itirafta bulunmasına ve bu suçu içselleştirmesine sebep olacağı hipotezini test etmektir. Bazı oturumlarda bir deneyci (katılımcılar bu kişinin deneyci olduğunu bilmiyorlar) katılımcının yasaklı tuşa bastığını gördüğünü söylüyor. Bu sahte delil manipülasyonu, yazılı itirafta bulunan katılımcıların sayısını %48’den %94’e çıkararak neredeyse ikiye katlıyor. Yazılı itirafta bulunan katılımcıların birçoğunun da yasaklı tuşa bastığı ana dair sahte anı konfabülasyonunda bulunduğu görülüyor.

Aza İndirme (Küçültme) Etkisi Sorgulamanın oldukça agresif kademelerinde, ifadeyi alan kişiler işlenilen suçu “tema gelişimi” denilen bir yöntemle küçültme yönünde eğitilmiştir. Bu yöntemde, ahlaki gerekçeler veya şüphelinin saygınlığını koruyacak bahaneler sunarak, itirafı sanki bu durumdan kurtulmak için araç olacak basit bir tedbir ya da politika gibi göstererek suç önemsizleştirilir. Sorgulamayı yapan kişi, suçun kazara olduğuna, şüphelinin kışkırtıldığına, zorlandığına ya da başka türlü dış etkenler dolayısıyla suçun meşrulaştırabileceğine dair telkinlerde bulunabilir. Ceza Muhakemesi Kanunu 148. maddeye göre şüpheli ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, yorma, aldatma, işkence gibi ruhsal ve bedensel müdahaleler uygulanamaz ve kanuna aykırı bir vaat verilemez. Türkiye’de olduğu gibi, makalede de belirtildiği üzere, ABD’de de yıllar geçtikçe bu yöntemlerle alınan itirafların mahkemede geçerliliği olmadığına dair yasalar belirlenmiştir. Peki ya daha belirgin olmayan, gizli ve yasal taktikler kullanılsa ne olur? Kassin ve McNall tarafından yapılan bir deneyde katılımcılara şüphelilerle yapılan sorguların belgeleri okutuluyor. Üç farklı versiyonun kullanıldığı bu belgelerde polis tarafından: (1) bir şart karşılığında müsamaha gösterme sözü veriliyor, (2) mağduru suçlayarak suçu küçültme davranışında bulunuluyor, (3) bu iki teknik de kullanılmıyor. Sonuç olarak belgeleri okuyan katılımcılar, polis tarafından açıkça bir söz verilmediği halde, suçu küçültme davranışının olduğu durumda cezada bir müsamaha gösterileceğine dair bir anlam çıkarıyorlar. Eğer insanlar suçu küçültme yorumlarından müsamaha gösterileceğine dair bir çıkarımda bulunuyorlarsa, küçültme tekniğinin masum kişileri, kapana kısılmış ve kendini kurtaramayacaklarını hissettikleri bir durumda, sahte itirafta bulunmaya iteceği de söylenebilir. Gerçek Masumiyet Etkisi Sorgulama sırasında suçlu ve masum kişilerin farklı davrandığı yönündeki bulgulara dayanarak Kassin, masumiyetin kendi başına bir risk faktörü olabileceğini öne sürdü. Kassin ve Norwick tarafından yapılan bir deneyde, masum olan şüphelilerin sorguda sessiz kalma hakkından feragatta bulunma oranı %81’ken, suçlu olan şüphelilerin oranının %36 olduğu görülmüştür. Deney sonrası masum şüphelilere neden sessiz kalma haklarından feragatta bulundukları sorulduğunda, büyük bir çoğunluk masum oldukları için bunu yaptıklarını söylemiştir (“Yanlış bir şey yapmadım.”, “Saklayacak hiçbir şeyim yoktu.”). Birçok vaka örnekleri ve araştırmalar ışığında, insanların, masumiyetlerinin onların serbest bırakılmasını sağlayacak güçte olduğuna dair naif bir inanca sahip olduğu görülmektedir. Diğer

çalışmalarda ise, masum olan kişilerin polis sorgusu sırasında “öz-sunum” stratejileri kullanmadığı, polisin ufak uyuşmazlıklardan şüphelenebileceğine ehemmiyet vermeden, suçun işlendiği zamanda nerede ne yaptığı ile ilgili bilgileri açık bir şekilde sunduğu görülmüştür. Masum insanların bu davranışlarına açıklık getirebilecek bir terim “transparanlık illüzyonu”dur. Bu teori insanların, kendi gerçek düşüncelerinin, duygularının ya da diğer içsel durumlarının diğer insanlara normalde olduğundan çok daha fazla görünür olduğuna inanma eğiliminde olduğunu açıklar. 1971 ile 2002 yılları arasında ABD’de kayda giren 125 tane kanıtlanmış sahte itiraf davası incelenerek şu verilere ulaşılmıştır; sahte itirafta bulunanların %93’ü erkek, suçların %81’i cinayet, %8’i tecavüz %3’ü kundakçılık olarak rapor edilmiştir. Kişilerin aklanmasındaki en yaygın dayanak noktalarının %74’lük oranda gerçek suçlunun bulunması, %46’lık oranda ise yeni bilimsel delillerin keşfedilmesi olduğu gözlemlenmiştir. Kişisel zayıf noktalar bağlamında ise, sahte itirafta bulunanların %63’ünün 25 yaşından küçük, %32’sinin ise 18 yaşından küçük olduğu, %22’lik kısmının zeka geriliğine sahip olduğu, %10’unun ise mental bir bozukluğa sahip olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, eski zamanlara kıyasla yasalar bu tarz sorunları giderme yönünde daha gelişmiş olsa da, makalede bahsedilen, kişilerin (hem şüpheli hem sorgulayıcıların) farkına varmakta zorlanacağı, açıktan olmayan ve daha gizliden bilinçaltını etkileyen psikolojik faktörler konusunda daha bilinçli olunması, yargılama düzeyinde yapılan hataların önüne geçmede etkili olabilir.



Kaynakça Kassin, S. M., & Gudjonsson, G. H. (2004). The psychology of confessions: A review of the literature and issues. Psychological Science in the Public Interest, 5(2), 33-67. Kassin, S. M. (2015). The social psychology of false confessions. Social Issues and Policy Review, 9(1), 25-51. Kassin, S. M., & Wrightsman, L. S. (1985). Confession evidence. In S. Kassin & L. Wrightsman (Eds.), The psychology of evidence and trial procedure. Beverly Hills: Sage Books.

53 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page